BİR önceki yazıda Atatürk’ün din anlayışı konusunu ele almıştık. Bugün de Atatürk’e yapılan iftiraların nedenlerine ve kaynaklarına değinelim.
Lozan görüşmeleri sırasında masada oturan dünyanın en büyük sömürgeci ülkesi Birleşik Krallık pazarlıklar bitip Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin uzun ömürlü olamayacağını, ülkenin, kendilerinin de özellikle dini cemaat, tarikat ve etnik unsurları kışkırtmalarıyla dağılacağını ve kendi emperyal emellerinin gerçekleşeceğini düşünüyordu.
Tarihi boyunca bugün Birleşmiş Milletlere üye 52 bağımsız ülkenin egemenliğini eline geçirmiş Birleşik Krallık geçen yüzyılın başlarında şüphesiz dünyanın en güçlü ülkesiydi. Ve o üzerinde güneş batmayan devlet art arda iki kez Mustafa Kemal ve askerlerine yenik düşmüştü. İlki Çanakkale’de, ikincisi Türk Ulusal Kurtuluş Savaşında. Bundan dolayı Birleşik Krallık yöneticileri hem genç Türkiye Cumhuriyeti’ni egemenlikleri altına almak istiyor hem de Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyetin aydınlanma devrimleri var oldukça bunun gerçekleşemeyeceğini görüyorlardı. Ayrıca bu yenilgiler İngiliz sömürgeciliğinin de sonunun başlangıcı olmuştu. İngiliz egemenliği altındaki ülkeler Türk Ulusal Kurtuluş Savaşını örnek alarak tek tek başkaldırmaya başlamıştı.
Aynı zamanda Ortadoğu uzmanı olan Alman diplomat Kurt Ziemke 1930 yılında kaleme aldığı ‘Yeni Türkiye’ isimli kitabında ‘Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya ve Türkiye mahvolmuştu, her iki ülke de teslim olmak zorunda kalmıştı. Şu anda birbirinden çok farklı durumdalar. Almanya’da devletin temel sistemi yıkılmıştı. Türkiye’de ise Türk milli mücadelesinden sonra Kemalizm’in temel prensipleriyle Türk milli devleti oluşturuldu. İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken, bir yandan Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardı. Yapılması gereken, Kemalist Cumhuriyet’in hem din düşmanı hem Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp, işlemekti’ diyordu.
Yani hem bölücü aşiretler hem de cemaat ve tarikatlar kullanılarak kısa bir zaman diliminde yaptığı devrimlerle güçlü ve örnek bir devlet olma yolunda ilerleyen genç Türkiye Cumhuriyeti’nin içeriden yıkılması teşvik edilecekti.
1932’de Harold Courtenay Armstrong imzasıyla bir sözde Atatürk biyografisi yayınlandı. Kitabın adı ‘Bozkurt, Mustafa Kemal, bir Diktatörün Hususi Hayatının Tetkiki’ idi.
Peki, kimdi bu Harold Courtenay Armstrong? Sözde biyografinin yazarı bir İngiliz yüzbaşısıydı. Birinci Dünya Savaşı’nda Kut’ül Amare’de Türk birliklerine esir düşmüş ve hapis yatmıştı. Rüşvet vererek esir kampından kaçtıktan sonra İngiliz işgali altındaki İstanbul’da görev yaptı; çok sayıda Kuvâ-yı Milliyeciyi kurşuna dizdirdi.
Adından da belli olduğu gibi Atatürk’ün özel hayatıyla ilgili bir sözde biyografiydi. Ama içi hiçbir delile, tanığa, kanıta dayanmayan yalan ve iftiralarla doluydu. Kitap yayınlandığında Atatürk hayattaydı. Kitabı bizzat okudu, yaptığı düzeltmeler aynı yıl gazeteci Necmettin Sadak tarafından Akşam gazetesinden yayınlandı. Buna rağmen bu kitap Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları tarafından kaynak olarak kullanılmaya devam etti, bu yalan dolu kitaba atıfta bulunuldu ve alıntılar yapıldı.
Bir diğer kitap 1968 yılında Rıza Nur imzasıyla yayınlandı. Kitaba ‘Hayat ve Hatıratım’ adı verilerek sanki Rıza Nur’un gerçek yaşanmış anılarıymış süsü verilmişti. Bu kitap da akıl almaz yalan ve iftiralarla doluydu. İçinde mantığa sığmayan tezatlar vardı. Atatürk hakkında söylenen bir yalan diğer bir yalanla çürütülüyordu, kendi içinde tutarsızlıklarla doluydu.
Peki, kimdi bu Rıza Nur? Tıp okumuştu, milletvekilliği yapmıştı. Hatta Lozan görüşmelerine delege sıfatıyla katılmıştı. 14 Haziran 1926’da İzmir’de Atatürk’e karşı yapılan suikast girişiminden sonra apar topar yurtdışına gitti. Mustafa Kemal, Nutuk’ta adını vererek deşifre etti. Balkan Savaşı’nda vatana ihanet ettiği, Arnavutları Türklere karşı kışkırttığı, Arnavutların ayaklanması için yeraltı faaliyetlerinde bulunduğu ortaya çıktı. Nutuk’ta da deşifre olunca Atatürk’e karşı kin ve nefreti tavan yapmıştı.
Aslında Rıza Nur kitabı 1928 yılında yazmıştı, ama yayınlamadı. 1935 yılında British Museum’e teslim etti, ama tek bir şartla. Kitap, 1960 yılına kadar yayınlanmayacaktı. Bunun nedeni de 1960 yılına kadar kitapta adı geçen tanıkların hayatlarını kaybetmiş olacağı, dolayısıyla kitaptaki yalanları yalanlayacak kimsenin hayatta kalmayacağı beklentisiydi.
Kitap 1968 yılında Kadir Mısıroğlu tarafından Türkiye’de yayınlandı. Atatürk ve Cumhuriyet’e adeta savaş açmış karşı devrimcilerin Kadir Mısıroğlu sevdası da buradan geliyor. Kadir Mısıroğlu, kitabın mikrofilminin eline geçtiğini ve bunu yayınladığını söylüyordu ama, orijinaline ne kadar bağlı kalındığı, eklemeler ve çıkarmalar yapılıp yapılmadığı hiçbir zaman açıklığa kavuşmadı. Kitabın mikrofilminin nasıl ve kimler tarafından Kadir Mısıroğlu’na ulaştırıldığı da hâlâ gizemini koruyor.
Bugün bile Büyük Ortadoğu Projesi’nin önemli stratejilerinden birisi olan Medeniyetler Çatışmasının teorisyeni Samuel Hungtinton ‘Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması’ adlı kitabında ‘Laiklik ve demokraside Batı’nın iyi ve kötü yanlarını görmüş olan Türkiye de İslam’a liderlik etme vasfını kazanmış olabilir. Ama bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır’ diyor. Yani bu sözler Türkiye lider bir konuma gelmek istiyorsa Atatürk ilkelerini ve Cumhuriyet devrimlerini bir an önce terk edip yönünü İslam dünyasına çevirmek zorundadır anlamına geliyor.
Hem Cumhuriyet’in ilk yıllarında hem de yakın tarihte Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve cumhuriyetin aydınlanma devrimlerine karşı verilen mücadele hep dini cemaat ve tarikatlar ve etnik ayrıştırıcı temalar üzerinden yapıldı. Emperyalist güçler maalesef her zaman yurt içinde işbirliği yapabilecekleri dinci ve etnik ayrılıkçı unsurları bulabildiler. Bunlara asla gerçekleşmeyecek vaatlerde bulunarak Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve cumhuriyetin aydınlanma devrimlerine karşı mücadelede maddi, manevi ve lojistik destek verdiler.
İçimizde bu kadar Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanı varken dış Dünya Atatürk’ü nasıl görüyor. Bir sonraki yazımızda bu konuyu ele alalım.
SELAMÜN YAVUZ
Elektronik posta: syavuz@kpnmail.nl
Twitter: @SYavuzTR
Facebook: www.facebook.com/selamunyavuz